Testis Tümörleri
Testis tümörleri 6-11/100000 oranında görülmekte olan bir hastalıktır. Testis tümörleri, nispeten düşük oranda karşılaşılan bir hastalık olmakla birlikte; genç yaşta ve üreme çağında bulunan erkeklerde rastlandığından, çok etkin bir şekilde tedavisinin yapılması gereklidir. Hastalığın en önemli özelliklerinden biri; metastatik dönemde tanısı konulmuş olsa bile, hastalığın %85-90 düzeyinde tedavi edilebilir bir karaktere sahip olmasıdır. Tüm bunlara karşılık, hastalığın tanısı konulduktan hemen sonra gerek tedavi gerekse takip dönemlerinde son derece dikkatli olunmalıdır. Hastalık özellikle beyaz ırkta ve sosyoekonomik açıdan gelişmiş erkeklerde daha sıklıkla görülmektedir. Testis tümörleri genel olarak ‘Seminom’ ve ‘Seminom Dışı’ tümörler olarak sınıflandırılabilir. Testis tümörleri özellikle 17-35 yaş aralığında daha sık görülmektedir.
Tüm tümörlerde olduğu gibi testis tümörlerinin de kesin nedeni bilinmemekle birlikte; inmemiş testis ya da 10 yaş sonrası cerrah olarak indirilmiş testise sahip olunmasının, testis tümör riskini anlamlı derecede arttırdığı kabul edilmektedir. Olguların yaklaşık olarak %1-2’sinde çift taraflı testis tümörü gelişiminin görüldüğü bildirilmektedir. Testis tümörü tanısı, genellikle hastanın ilgili testiste ağrısız şişme şikayeti ile başvurması sonrası konulur. Buna karşılık olguların yaklaşık olarak %20’sinde ilk şikayet ağrı olabilmektedir. Tüm bu bulguların sonucunda; özellikle ağrısız şişlik şikayeti ile başvuran hastaların tümünde, aksi kanıtlanıncaya kadar olgunun testis tümörü olarak değerlendirilmesi gereklidir. Testis travması sonrası rastlantısal olarak tespit edilen testis tümörleri olabileceği gibi; Seminom Dışı tümörlerin bazılarında göğüste büyüme şikayeti olabilir. Bazı hastalar yan ve kasık ağrısı ile başvurabileceği gibi; ileri evre testis tümörlü bazı olgular da bulantı, kusma ve kilo kaybı şikayeti ile başvurabilirler.
Fizik muayenede testis tümörü en sık epididimoorşit olarak adlandırılan testis ve arkasında yer alan epididim isimli organın iltihabı tablosu ile karışabilir. Tanının desteklenmesi amacıyla renkli Doppler ultrasonografi tetkikinin yapılması gereklidir. Tanı konulması ile birlikte testisin cerrahi olarak çıkarılması zorunludur. Tüm bunların dışında testis tümörlerinin lenf metastaz bölgesi, diğer organlardan farklı olarak yakın lenf bezleri olmayıp bel hizasında bulunan lenf bezleri olduğundan, ilgili bölgeye yönelik bilgisayarlı tomografi taraması yapılmalıdır.
Testis tümörlerinin tanısında kullanılan bir diğer önemli araç; özellikle ‘Seminom Dışı’ tümörlerde serum değeri yükselen Alfa Feto Protein (αFP) ve Beta Human Koriogonadotropin (βHCG) göstergelerinin ölçülmesidir. Bu göstergelerin yükselmesi, genellikle ‘Seminom Dışı’ bir testis tümörünün varlığına gösterip; hastanın cerrahi sonrası ek kemoterapiye ihtiyaç duyacağına işaret eder. Bu değerlerin yükselmediği olgularda ise ‘Seminom’ tipi bir tümörün varlığı beklenmelidir. Seminom tipi testis tümör olgularında ise cerrahi tedavi genellikle tek başına yeterli olmaktadır. Cerrahi sonrası çıkarılan testisin ayrıntılı patolojik incelemesi; tümörün hücresel tipi ile ilgili kesin kararın verilmesini sağlar. Her iki gruptaki testis tümörlerinin de cerrahi sonrası çok yakından takip edilmesi zorunludur. Ek kemoterapi gereksinimi olan olgularda, uygulanacak ek tedavinin geride kalan tek testis üzerine olan olası toksik etkileri, mutlak suretle göz önüne alınmalıdır. Bu olgularda sperm üreten hücreler büyük olasılıkla kemoterapiden zarar göreceğinden; özellikle çocuk sahibi olmayı düşünen erkeklerde, tedavi öncesi semenden elde edilen sperm hücreleri dondurularak, gelecekte ‘Yardımlı Üreme Tekniklerinde-Tüp Bebek uygulamaları’ kullanılmak üzere saklanmalıdır.